17 Temmuz 2017 Pazartesi

STOKHOLM CENTER FOR FREEDOM (SCF), DARBENİN KONTROLLU RTE DARBESİ OLDUğUNU AÇIKLADI
15 Temmuz 2016 tarihinde ülkemizde trajikomik bir darbe girişimi yaşanmıştı. Aradan geçen bir yılda, bu darbe girişimini çözmek yerine, “destan yazıldı” tanımlaması yapıldı. Bu tanımlama ile adına “destan” denilen darbe girişimi, hazırlanışıyla, uygulamasıyla, sonuçları ve sonuçsuzluklarıyla akıllara durgunluk vermiş ve aslında daha başlamadan sona ermişti.
15 Temmuz denilince linç edilen Mehmetçikler, ölmüş askerlerimizin tekmelenmesi, başı kesilen askerimiz gibi insanlık dışı eylemler akla gelmektedir. Bunların yanında dayak atılan birçok general ve amiralin ilk sorgu videolarının sosyal medyaya servis edilmesi, bilinçli bir şekilde Türk ordusunun aşağılanmasıdır. Zaten bu darbe askeri darbe değil, askere darbedir.
Bu darbe girişimi ortamını hazırlayan siyasi iktidar, “kandırıldık” diyerek işin içinden sıyrılmak istemektedir. Siyasi iktidar, bu olayı kendi lehine çevirmiş, Olağanüstü Hal (OHAL) ilan ederek, Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) çıkartmaya başlamış, özgürlükleri, demokrasiyi, insan haklarını askıya almış ve ülkemizi tam anlamıyla ileri faşizmle yönetmeye başlamıştır. Bunun doğal sonucu olarak cadı avı da başlatılmıştır. Birçok suçsuz insanın Fethullah Gülen ile ilişkileri olduğu gerekçe gösterilerek, kurumlarıyla ilişkileri kesilmiş ve temel insan haklarından yoksun bırakılmıştır. Ancak Fethullah Gülen ile ilişkisi olanlara ve siyasilere geçen bir yıl içinde dokunulmamıştır.
TBMM’nde siyasi iktidarın çoğunlukta olduğu ‘15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu’ kurulmuş, ama en önemli kişilerin dinlenmesine gerek duyulmaksızın, sıradan bir rapor hazırlanarak, olay sulandırılmaya çalışılmıştır. 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden bir yıl geçmesine karşın olayın odak noktası olan siyasi ayağı hala açığa çıkarılamadığı gibi, sürekli hedef saptırılması da, toplumda asıl suçluların korunmaya çalışıldığı şüphesiyle birlikte büyük soru işaretleri oluşturmaktadır.
29 Ekim 2016 tarihinde Cumhuriyet Bayramı’nın kutlanacağı gün, resmi gazetede yayımlanan yasa değişikliği ile 15 Temmuz günü, “Demokrasi ve Milli Birlik Günü” adıyla genel tatil olarak kabul edilmiştir. Bu darbe girişiminin yıl dönümü için hazırlanan afişlerde Türk askeri küçük düşürülmekte, güvenilirlikleri yok edilmekte ve onurları ayaklar altına alınmaktadır. İşin özü zaten bu darbe askere karşı yapılmıştır ve asker tasfiye edilmektedir. Kendi gelecekleri için Türk ordusundan rahatsız olanlar, yeni bir ordu kurmak için düğmeye basmışlardır. Üstelik yapılan bu afişlerde Türk bayrağının içine 15 sayısı eklenerek logolaştırılması, anayasal bir suç oluşturmaktadır. Bu açıkça yeni bir bayrak ile, devletin yeniden tanımlanmak istenmesi girişimidir. Bunu yapanlar 15 Temmuz kutlamalarında da ölçüyü iyice kaçırmış ve devlet ciddiyeti ile insan onuruyla bağdaşmayan sözler söylemişlerdir.
Aslında bu darbe girişiminin başarısız olduğu söylenemez. Çünkü Ege adaları Yunanistan’ın askeri üsleri durumuna getirilmiştir, Kıbrıs elimizden kaçmak üzeredir, 25 Eylül 2017 tarihinde yapılacak halk oylamasıyla Barzani bağımsızlık ilan etmek istemektedir, terör azmış ve sürekli can almaktadır, askeri okullar ve askeri sağlık kuruluşları kapatılarak, ordumuz bitirilmek istenmektedir, askerlerimiz sürekli zehirlenmektedir, Atatürkçü ve demokrat kadrolar tasfiye edilmektedir, yasalar çiğnenmekte, hukuk yerlerde sürünmekte ve keyfi bir yönetim sürdürülmektedir. 16 Nisan 2017 tarihinde olağan üstü koşullarda yapılan halk oylaması ile, büyük bir yolsuzluğa imza atılmış ve rejim değiştirilmiştir. Çünkü yapılan anayasa değişiklikleriyle cumhuriyetin niteliklerinin içi boşaltılmıştır. Bütün bunlar yaşanırken bu darbe girişimi için başarısız demek de olanaksızdır.
Ülkemizi cemaatçiliğin kucağına taşıyıp, ortaçağ karanlığına itenler, 15 Temmuz’u bir destan olarak gösterme çabasındalar. “Ne istediler de vermedik” ya da “aldatıldık” söylemleri üzerine destan kurgulamak, toplumu kandırmaktır, aldatmaktır. Destan, emperyalizme geçit vermeyen Çanakkale’dir; destan, emperyalizmi dize getiren Ulusal Kurtuluş Savaşı’dır
15 Temmuz, demokratik ve laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin istila edilmesidir. Ülkemizi 15 Temmuz Fethullahçı darbe girişimine getiren asıl sorumlu ve suçlu, siyasi iktidarın kendisidir. Olayın üzerinden bir yıl geçmiş ama henüz ortada somut kanıtlar yoktur, TBMM’nde kurulan komisyona Genel Kurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı gelmemiştir. Böyle bir durumda şüpheler iyice yoğunlaşmaktadır ancak siyasi iktidar, bu olayın kendilerine dokunmasını önlemek için bir destan yaratmak havasında ve keyfiyetindedir. Fakat ne yapılırsa yapılsın, güneşin balçıkla sıvanmadığı eninde sonunda ortaya çıkacaktır.
15 yıldır ortalarda gözükmeyen, etliye sütlüye karışmadan kendi işine bakan
eski Başbakan Tansu Çiller, birdenbire 15 Temmuz törenlerinde zuhur etti.
Hem de Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yanı
başında.
İster istemez duygulandık, hem de şaşırdık.
Demek ki bayan Çiller’de büyük bir demokrasi aşkı varmış, biz görememişiz.
O’nu hem İstanbul’daki törenlerde, hem de Ankara’da gece yarısından sonra
eski Meclis’ten yeni Meclise kadar gidilen toplu yürüyüşte
Cumhurbaşkanımızın yanı başında gördük..
“Dostlar alışverişte görsün” kabilinden bir katılım gibi gelmedi.
Acaba işin içinde bizim kestiremediğimiz bir iş mi vardı?
Nedense bayan Çiller’in kendi çıkarları dışındaki samimiyetine bu toplum
pek inanmadı.
Düğrusunu isterseniz,eski bir DYP’li olark biz de inanmadık.
Birçok konuda bizi de hayal kırıklığına uğrattı.
Meselâ Amerika’daki mal varlığını Türkiye’ye getireceğine dair söz
vermişti, yapmadı.
Kuşadası’ndaki çiftliğin kendisine ait değil, Suna Pelister isimli aile
dostuna ait olduğu söylemine bizi iki yıl inandırmıştı, sonunda itiraf etti
ki çiftlik kendisine aitmiş.
Başbakanlığı döneminde o da kandırılmıştı.
Hem de Selçuk Parsadan adlı bir dolandırıcı tarafından.
Örtülü ödenek parasından bir hayli ödeme yapılmıştı o dolandırıcıya.
Dolandırıcı rahmetli oldu ama, hikâyesi halâ zihinlerde.
Kartvizitkinde “ekonomi profesörü” yazıyor yazmasına da, Türkiye iki büyük
krizi O’nun başbakanlığı döneminde yaşadı.
Şu onbeş yıl içerisinde Türkiye’de neler olmadı ki.
Biz de “bir cesur başbakanımız vardı, acep nerelerde” diye sorar dururduk.
Sanki bu memlekette Başbakanlık yapmamış da, sıradan vatandaş gibi susup
kaldı.
Belli ki, cesaretini 15 Temmuz’un yıldönümünde toplayabilmiş.
Sabahattin Önkibar’ın yazısından öğreniyoruz ki, İstanbul’da 170 dönümlük
arsasına ruhsat almış, Boğaz’ın en güzel yerinde oğlu Mert’le birlikte 80
adet villa yaptırıyormuş.
Yani, cesur başbakanımız inşaatçılığa soyunmuş.
Oğlu da bu konuda iddialı imiş.
Daha belediye ile çok işleri olurmuş.
Her ne ise, biz sonki resmine bakalım.
Bu resim akla şöyle bir soruyu getiriyor:
Demek ki sayın Erdoğan Bahçeli’den ümidine kesmiş, Akşener hareketine karşı
O’nun eski Başbakananını siyasi müttefik olarak seçmiş.
Siyaseti çok iyi okuyan sayın Erdoğan böyle düşünüyorsa uyaralım; çok
yanlış.
Zira, geçen onbeş yılda köprülerin altından çok sular aktı.
Çiller, artık gardı düşmüş bir politikacıdır.
Bahçeli yüzde iki ancak alabilecekse, Çiller’in oy oranı (hadi torpil
yapalım), üç, ya da dört olur.
Ondan ötesine geçmez.
Demek ki Akşener’in estirdiği rüzgârı Çiller kesemez.
O, artık gardı düşmüş bir politikacıdır.
Belki ileride çok iyi bir inşaatçı olabilir, o kadar.
Dememiz o ki, bu Akşener meselesine fazla kafa yormamak lâzım.
Rüzgârı güçlü esiyor. Kendi haline bırakılması daha iyidir.
O’na yapılacak her müdahale, her hesap ters teper, rüzgârının hızını ve
şiddetini artırır.
Yani, Çiller’den iyi bir müttefik çıkmaz.YENİ MüTTEFİK
15 Temmuz ve sonrası yaşanan acıların kaynağı bu AKP-Cemaat koalisyonudur. Şimdi ortaklardan biri olan AKEPE, darbe girişimini iktidarını güç kullanarak sürdürmenin ve ilerici muhalefeti sindirmenin aracı kılma uğraşında



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder